Thursday, March 28, 2019

Avrupa ESA Uzay Çalışmaları Soğuk Savaş Dönemi-2005

Teknoloji açığı tartışmaları. İkinci Dünya Savaşı geriye ekonomisi çökmüş, askeri olarak zayıflamış bir Avrupa bırakmıştır. Bu ortamın içinde Avrupa ülkeleri, savaş sonrasında Sovyetler’le daha etkin mücadele edebilmek ve ekonomik olarak güçlenmek için, Amerika’nın da ekonomik ve politik desteği ile, 1958 yılında Ortak Pazarı kurmuşlardır. Bu arada Avrupa’da, Amerika ile aralarında gittikçe büyüyen teknoloji açığı konusunda yoğun olarak bir takım tartışmalar başlamıştır. Bu tartışmalarla ilişkili olarak o yıllarda, ekonomik büyümeyi sağlayan en temel öğenin “bilim ve teknoloji” olduğu yönünde görüşler yaygınlaşmıştır. Hatta bu görüş o zamanlar Hindistan tarafından da benimsenmiş ve Hint uzay çalışmalarının temel felsefesini oluşturmuştur. 1960’larda Amerika’nın insanlı uzay programı ve Apollo projesinin başlaması ile, Avrupa’daki teknoloji açığı tartışmaları alevlenmiş ve Avrupa panik içinde “teknoloji açığı” problemini tanımlamaya ve bu soruna çözüm bulmaya çalışmıştır.
Avrupa’da bu konuda yapılan araştırmalarda Amerika’nın savunma, uzay ve nükleer enerji alanlarındaki ArGe’ye yoğun yatırım yaptığı görülmüştür. Fakat yapılan ArGe yatırım oranı milli hasılaya göre kıyaslanınca araştırmalar- Avrupa’nın da fena bir durumda olmadığını tespit etmiştir. Bu durum teknoloji açığının nedeninin sadece ArGe yatırım oranıyla ilgili olmadığını, bunun yanısıra başka etkenlerin de var olduğunu ortaya koymuştur. Diğer yandan yine yapılan araştırmalar, Amerika’nın ArGe çalışmalarını bir şekilde pratik hayatta uygulamaları olan ürünlere dönüştürmede oldukça ileri olduğunu; üniversitelerin ise temel bilimler değil, daha çok uygulamalı olarak, ekonomik ve sosyal ihtiyaçları karşılamaya yönelik eğitimlere önem verdiğini tespit etmiştir. Yapılan başka çalışmalar ise teknoloji açığının, ülkenin ekonomik ve sosyal yapısının yaratıcı fikirleri üretme ve bu fikirleri pratik hayata geçirebilme yeteneği ile ilişkili olduğunu ileri sürmüştür.[1]
Tartışmalar büyüdükçe ve derinleştikçe “teknoloji açığının” aslında gerçek bir ilüzyon olduğunu ve başka sorunların bir sonucu olarak ortaya çıktığını göstermiştir. Gerçekte problemin teknik bir meseleden çok sosyal bir sorun olduğu belirtilmiş; bilişimsel (cognitive-akılsal), politik, ekonomik ve sosyal öğeleri de içeren teknoloji yönetimi yöntemlerinin  doğru uygulanmamasının teknoloji açığını yarattığı ileri sürülmüştür.[2] Amerika’da pek çok akademisyen ve yönetici de problemin teknoloji açığı değil, “yönetim metodları açığı” olduğunu dile getirmiştir. Tüm bu tartışmaların neticesinde varılan sonuç, temel olarak teknoloji açığının bir yanılsama olduğu, buna karşın problemin doğru tanımının  “yaklaşım açığı” olması gerektiğidir.[3]
Tüm bu tespitlerin ardından Avrupa, uzay ve havacılık gibi ileri teknoloji alanlarında işletme becerileri kazanmak, proje yönetimi ve sistem mühendisliği gibi ileri teknoloji geliştirme yöntemlerini öğrenmek için uluslararası işbirliklerine başlamıştır. Bu nedenle Avrupa uzay alanında Amerika ile birlikte pek çok önemli projeler yaparak bu yönetim metodlarını transfer etmeye çalışmıştır. Olayın bu boyutunu bilmek, Avrupa’nın ekonomik ve bilimsel getirisi tam olarak belli olmayan büyük uzay projelerine (ör. Spacelab gibi) neden bu kadar yatırım yaptığını anlamak için gereklidir.
Avrupa Uzay Araştırmaları Kurumu (European Space Research Organization [ESRO]): Avrupa’lı bilimadamları, Avrupa ülkelerinin 1958 yılında Roma Antlaşması ile oluşturdukları Ortak Pazar işbirliğini model alarak, benzer yapıda ancak misyonu bilimsel uzay çalışmaları olan bir birlik kurmaya karar vermişlerdir. Böylece 1962 yılında ESRO’yu kurmuşlardır. ESRO’nun kuruluş yasası kurumun sadece bilimsel uzay çalışmaları yürüteceğini, bunun dışında başka faaliyetlerde bulunmayacağını tanımlamıştır. Kuruluş yasasını bu şekilde hazırlamalarının en önemli nedeni bilimadamlarının, ESRO’yu oluşturan ülkelerin, politik baskılarından uzak kalarak sadece bilim yapmak istemesidir.[4] Ancak daha sonra görüleceği üzere, uzay gibi stratejik alanlarda politikadan etkilenmemek pek de mümkün değildir.
1960’ların başlarından itibaren NASA ve ESRO arasında uzay işbirlikleri başlamıştır. Amerika’nın bu işbirliği içinde yer almasının önemli nedenlerinden birisi, Avrupa ile arasındaki teknoloji açığını kapatmaya yardım ederek Avrupa’yı biraz olsun rahatlatmaktır. Amerika’nın bu işten çıkarı ise kendisine güçlü bir dost yaratmak ve böylece SSCB ve komünizme karşı daha kolay mücadele edebilmektir. Zaten Amerika’nın Avrupa’nın ortak bir birliğe gitmesini teşvik etmesinin nedeni de budur. Bu işbirliği kapsamında NASA, ESRO’ya bedava fırlatma ve bilimsel faydalı yükleri için de uydularında boş yer önermiştir. Ancak bu öneriler Avrupa’ya önemli ekonomik ve politik katkılar sağlamayacak şekilde, sadece bilimsel çalışmalarla sınırlanmıştır. ESRO, NASA ile birlikte çeşitli çalışmalar yapmış ve buradan teknoloji ve “teknoloji yönetimi metodları” transferleri yapmıştır.
Fakat 1960’ların ortasında, haberleşme uydularının geliştirilmesi ve bunların yüksek ticari potansiyelinin keşfedilmesi ile ESRO, Avrupa’lı politikacıların odağı haline gelmiştir. 1965 yılında NASA, ESRO’ya İleri İşbirliği Projesi (Advanced Cooperation Project) adında bir proje önerisinde bulunmuştur. Buna göre Avrupa, Jüpiter ya da güneş sistemini inceleyecek bir uydu geliştirecek; Amerika ise uyduyu fırlatacak, izleyecek ve verilerini toplayacaktır. Ancak Avrupa’daki bazı politik çevreler bu öneriyi şüphe ile karşılamış ve Amerika’nın, kendilerini bu tür bilimsel çalışmalara yoğunlaştırarak, ticari potansiyeli yüksek haberleşme uydularından uzaklaştırmaya çalıştığını düşünmüşlerdir. Bu düşüncelerin etkisiyle ESRO, bilimsel bir kurum olduğu halde öneriyi kabul etmemiştir.[5]
Amerika ardından Batı Almanya’ya Helios projesini önermiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, askeri teknoloji geliştirmesi yasak olan Batı Almanya için bu teklif, ileri teknolojilere erişmek için önemli bir fırsattır.[6] Teklifi kabul eden Batı Almanya, Helios-1 ve Helios-2 uydularını geliştirmiştır. Uydular 1974 ve 1975 yıllarında fırlatılmıştır. Almanya için bu projenin maliyeti 100 milyon ABD dolarıdır.[7]
Avrupa Roket Geliştirme Organizasyonu (European Launcher Development Organization [ELDO]): ESRO’nun yanısıra Avrupa, ELDO adında bir başka birlik daha kurmuştur. ELDO’nun kuruluşunu sağlayan olaylar dizisi şöyle gelişmiştir:
Fransa Veronique roketi üzerinde çalışmalarına ilk olarak 1949 yılında başlamıştır. 1956 yılında ise yerli olarak nükleer silah geliştirme kararını almıştır. Bu kararla birlikte, nükleer bombaları taşıyacak uzun menzilli füzeler geliştirmek için çalışmalarını da hızlandırmıştır. Fransa uzay alanında da yetenekler geliştirmek ve bu alanda Avrupa’da lider konuma gelmek için, uydu fırlatma sistemleri geliştirmeye karar vermiştir. Böylece Diamant serisi uydu fırlatıcı roketleri geliştirmeye başlamıştır. Bu aşamada Amerika’dan bir dönem teknik yardım da almıştır. Diğer yandan 1950 yılında İngiltere nükleer bombaya sahip olmuştur. Aynı yıl Amerika İngiltere’ye nükleer başlıkları taşıyacak uzun menzilli füzeler geliştirmesi için yardım önerisinde bulunmuştur. Bu yardımla İngiltere, Blue Streak adındaki sıvı yakıtlı roketi geliştirmeye başlamıştır. Ancak kısa süre sonra, sıvı yakıtın ICBM’ler için hiç de uygun olmadığının farkedilmesi üzerine, İngiltere Blue Streak çalışmalarını devam ettirecek motivasyonu yitirmiştir.[8]
Daha sonra 1960 yılında İngiltere, Amerika’nın Thor katı yakıtlı füzeleri satma önerisi karşısında, Blue Streak projesini iptal etmiştir. Ancak Blue Streak, üzerinde biraz daha çalışılırsa aslında uydu fırlatmada kullanılabilecek bir sistemdir. Bu nedenle İngiltere yaptığı yatırımın boşa gitmemesi için, Blue Streak’a devam etmek istemiştir. Fakat tek başına değil! Çok pahalı olması nedeni ile bu işi diğer Avrupa ülkeleri ile birlikte yapmak istemiş ve böylece Fransa’ya işbirliği teklifinde bulunmuştur. Fransa ise, Amerika’nın kendisine uyguladığı teknoloji transferi ambargosu nedeniyle temin edemediği teknolojileri, Amerikan teknolojisi içeren Blue Streak yolu ile elde etmek ve daha ucuza bir uydu fırlatma sistemine sahip olmak (diğer Avrupa ülkeleri ile birlikte) için, bu teklifi kabul etmiştir. Amerika o dönem içinde Fransa’nın bir nükleer güç olarak yükselmesini istemediğinden ambargo uygulamıştır. Fransa’nın öneriyi kabul etmesinden sonra diğer Avrupa ülkelerine de teklif yapılmıştır. Savaş sonrasında askeri teknoloji geliştirmesi yasak olan Batı Almanya ise Blue Streak projesi ile roket teknolojilerine erişmek istemiş, bu nedenle teklife olumlu yaklaşmıştır. İtalya  projeye hiç bir şekilde katılmak istememiş fakat İngiltere’nin diplomatik baskısıyla katılmaya zorlanmıştır.[9]
Diğer küçük Avrupa ülkelerinin de katılımı ile,  1962 yılında ELDO kurulmuştur. ELDO Blue Streak teknolojisinin üzerine ilaveler yaparak Europa fırlatma sistemlerini geliştirmeyi hedeflemiştir. Europa-1 fırlatma aracının birinci aşaması, Blue Streak, İngiltere; ikinci aşama Coralie, Fransa; üçüncü aşama Astris ise Batı Almanya tarafından geliştirilmiştir. Fırlatma aracı tarafından fırlatılacak araştırma uydusu ise İtalya tarafından geliştirilmiştir. Belçika ve Hollanda da telemetry ve yer sistemlerini geliştirmiştir. Ancak ELDO beklenenin aksine son derece başarısız bir kurum olmuştur. Kuruluş yapısı ve proje yönetimine yaklaşımları göz önüne alındğında, adete özellikle başarısız olmak için kurulmuş bir kurum gibidir. Öncelikle her üye ülke proje üzerinde daha çok söz hakkına sahip olmak istediğinden, ELDO’ya hiç bir zaman proje yönetiminin gerektirdiği gerçek otorite verilmemiştir. Sürekli olarak spesifikasyonlar değişmiş, bu değişimler iletişim eksikliği nedeni ile projenin diğer elemanlarına (diğer ülkelere) duyurulmamıştır. Neticede iletişim zayıflığından kaynaklanan teknik sorunlar, asıl entegrasyon sırasında ortaya çıkmıştır. Tüm bu sorunlar teknik zorluk ve yanlış yönetimle birlikte, beklenmedik maliyet artışlarına neden olmuştur. Bunun üzerine bir de arka arkaya gelen başarısız denemelerle, ELDO zayıflamaya başlamıştır.[10] 
Amerika politik olarak ELDO‘yu desteklemiştir. Amerika için ELDO’nun varlığı çok önemlidir. Nedeni ise başta Fransa olmak üzere ELDO içinde yer alan ülkelerin ELDO kapsamında geliştirilen roketlere yoğunlaşarak ulusal askeri roket sistemleri geliştirecek kaynaklarını tüketmeleridir.[11] Bu nedenle ELDO başarılı olmalıdır çünkü Avrupa ülkeleri böylece ELDO’ya ayırdığı kaynaklarını ulusal askeri uzay sistemleri geliştirmeye ayıramayacaktır. Aynı zamanda ELDO başarısız olmalıdır çünkü Avrupa, haberleşme uydularını fırlatacak bir fırlatma sistemine sahip olmayarak, uydu sektöründe ilerleyemeyecektir. Böylece çok karlı olan bu sektör sadece Amerika’nın tekelinde olacaktır.
Bu yaklaşımla Amerika, politik ve ekonomik çıkarlarını olumsuz etkilemeyecek şekilde, ELDO’ya teknoloji transferi yapmıştır. Yapılan transferler arasında, teknik bilgi ve personel yardımı; roketler için uçuş donanımları; Atlas, Thor ve Scout roketlerinın satışı yer almaktadır.[12]
            Symphonia uydusu. Bu arada 1965 yılında, INTELSAT kurulmuştur. Şirketin yüzde 60’ı Amerikan uydu haberleşme şirketi Comsat’a, yüzde 30’u Avrupa ülkelerine, kalanı ise diğer ülkelere aittir. INTELSAT’da alınan kararlarda oylama yatırım oranlarına göre olduğundan dolayı INTELSAT Amerikan hegomanyası altındadır ve ekonomik çıkarları gereği Avrupa bundan son derede rahatsız olmuştur.
INTELSAT’taki gelişmelere paralel olarak, Fransa ve Almanya birlikte Symphonia araştırma uydusunu geliştirmiştir. Temel amaçları uydu geliştirmede deneyim kazanmak ve böylece ileride Avrupa’da ticari haberleşme uydu pazarı oluşmaya başladığında, uydu pazarının önemli bir kısmını ele geçirmektir. Symphonia uydusunun fırlatma tarihi ise 1970 olarak belirlenmiştir.[13] Ancak ELDO roket çalışmaları fiyasko ile sonuçlanınca, fırlatma için Amerika’dan yardım istemişlerdir. Fakat Amerika Symphonia haberleşme uydusunu, sadece araştırma amaçlı kullanılması koşulu ile fırlatacağını bildirmiştir. Bu yanıt Avrupa’da hem endişe yaratmış hem de Avrupa’ya, ileride geliştireceği haberleşme uydularını Amerika’nın fırlatacağının hiç bir garantisi olmadığını, göstermiştir. Konuyla ilgili olarak Amerika’nın haberleşme uyduları alanındaki politikası (NSAM-338 direktifi), Amerikan çıkarlarını olumsuz etkilemediği takdirde dost ülkelere yardım yapılmasını öngörmektedir. Bu politika yabancı ülkelerin yerli haberleşme uyduları geliştirmelerini desteklemediğinden,  NASA Symphonia uydusunu şartlı fırlatmayı kabul etmiştir.




Symphonia Uydusu /Museum of Air and Space Paris, Le Bourget (France)


Bu olayın olduğu vakitlerde, ESRO ve ELDO’da finsansal ve yönetimsel krizler başlamıştır. Amerika ise Avrupa’da yaşanan bu uzay krizinin bir birlikteliğe dönüşüp, bir süper  uzay gücünün kurulmasından endişe etmektedir. Bu yeni güç ekonomik ve milli güvenlikle ilişkili olarak, Amerika ile uzay alanında rekabet içine girebilir ve Amerikan çıkarlarını olumsuz etkileyebilir.[14]
Avrupa Uzay Ajansı (European Space Agency [ESA]): Amerika endişesinde haklı çıkmış ve Avrupa bu krizi büyük bir birlikteliğe dönüştürmüştür. 1975 yılında Avrupa, ESA’yı kurmuştur. ESA, Fransa’nın liderliğinde Ariane roketi, Batı Almanya liderliğinde ise Spacelab projesini başlatmıştır. Batı Almanya için, Spacelab projesinin temel amacı Amerika’dan sistem mühendisliği ve proje yönetimi metodlarını transfer etmektir. Günümüzde Ariane, fırlatma pazarında çokça talep gören güvenilir bir fırlatma sistemidir. Bunların yanısıra ESA, European Radar Satellite serisi uyduları, Envisat bilimsel uydusu, Galileo seyrüsefer uydu sistemi ISS için Colombus modülü gibi çeşitli uzay projeleri yapmıştır. Bu projelerden bazıları hala devam etmektedir.
Bu arada Symphonia uydusu olayını analiz eden teknoloji tarihcileri, Amerika’nın haberleşme uyduları politikası ile büyük bir hata yaptığını belirtmektedir. Amerika’nın haberleşme uydusu sektörüne hakim olmak isteyerek Avrupa’nın haberleşme uydusunu fırlatmaması, Avrupa’nın hem Ariane fırlatma sistemini hem de haberleşme uyduları geliştirmesine yol açmıştır. Böylece Avrupa her iki sektörde de Amerika’ya rakip olmuştur. Eğer Amerika Symphonia uydusunu fırlatsaydı, belki haberleşme uydusu sektöründeki pazar payı küçülebilirdi ama en azından Ariane’nı engelleyebilirdi. Bu nedenlerle Symphonia uydusu olayı, uzay teknolojiler politikası açısından oldukça ilginç bir örnektir.
ESA politikası. Ekonomik ve politik olarak büyüme gösteren Avrupa, uzay alanında dünyada önemli aktörlerden birisi olmayı hedeflemektedir. ESA bilindiği üzere AB’den bağımsız bir kurumdur ve son yıllarda AB ile yakınlaşmaya başlamıştır. Organik olarak ESA ile AB arasında hiç bir bağ yoktur. Oysaki uzay teknolojileri politik sistemlerdir ve hiç bir uzay sektörü politikadan bağımsız değildir. Her ülkenin uzay endüstrisinin, potikacılarının desteğine ihtiyacı vardır ve birlikte işbirliği içinde olmaları gerekir. Bu ihtiyaçtan yola çıkarak Avrupa, 2001 Kasım ayında AB ve ESA arasındaki işbirliğini artırma kararını almıştır. Böylece ESA, AB’nin politik hedeflerini gerçekleştirmesinde uzay alanında üzerine düşen görevi yerine getirecektir.[15]
ESA’nın yeni hedefleri arasında temel uzay teknolojilerinde ArGe çalışmalarını artırmak ve böylece yeni ürünler geliştirmek; uydu teknolojileri alanında yeni pazarlar keşfetmek ve bu alanlarda yeni yatırımlar yapmak; Avrupa’ya ekonomik girdi sağlamak ve toplumun kamusal ihtiyaçlarını karşılamaya katkıda bulunmak yer almaktadır. Galileo ile Çevre ve Güvenlik için Küresel Takip (Global Monitoring for Environment and Security [GMES]), Avrupa’nın bu hedeflerini hayata geçiren önemli projelerdir.[16] Bu bağlamda Galileo seyrüsefer uydu sisteminin temel amaçları yeni iş alanları yaratmak, Avrupa firmalarının uzay pazarındaki payını artırmak ve bu alanda Amerika’nın GPS sistemine teknolojik bağımlılıklarını azaltmaktır.[17] Sistemin 2008 ile 2011 yılı arası bir tarihte işletmeye başlaması beklenmektedir.[18] GMES’in temel amacı ise Avrupa’yı “yer gözlemi” alanında dünya lideri yapmaktır. Galileo ve GMES projeleri ile ESA’nın rolü de değişmeye başlamış; Avrupa Komisyonu uzay projelerinin belirlenmesinde daha çok söz sahibi olmaya, ESA ise teknoloji yöneticiliğine doğru kaymaya başlamıştır.[19]
Fransa ve Almanya gibi bazı ESA üye ülkeleri de ulusal düzeyde uzay çalışmaları yürütmektedir. Almanya ESA bünyesindeki çalışmalarının yanı sıra, ülke olarak Avrupa ve dünyada alanında liderlik kazandıracak uzay çalışmaları yapmaya çalışmaktadır. Bunlar arasında synthetic aparture radar teknolojileri, yeni nesil fırlatma sistemleri, robotiks, teletıp ve uzay bilimleri yer almaktadır. Almanya’nın uzay çalışmalarında uluslararası işbirlikleri çok önemli bir yer tutmaktadır. Örneğin Almanya’nın, ESA’nın ISS için geliştirdiğe Colombus modülüne katkısı toplam proje maliyetinin yüzde 40’ıdır. Net olarak bilimsel ve teknolojik olarak nasıl bir getiri getireceği bellli olmayan bu projeye, Almanya’nın bu kadar bütçe ile destek vermesinin tek neden politiktir: Amerika ile yakın ilişkiler kurmak.[20]
Diğer bir ESA üyesi Fransa da kendi içinde ileri çalışmalar yapmıştır. 1986 yılında SPOT-1 uydusunu Ariane ile fırlatmıştır. SPOT görüntüleri bütün dünyada kullanıcılar tarafından kullanılmıştır. Fransa sonraki yıllarda daha yüksek çözünürlükte başka SPOT uyduları da fırlatmıştır. SPOT’un 10-m çözünürlükteki pankromatik kamerası ile Libya’daki kimyasal silah üreten tesislerin inşatı ve CSS2 Çin füzelerinin Suudi Arabistan’da konuşlandırıldığı yerler tespit edilmiştir. NATO’nun Bosna’daki askeri operasyonları sırasında SPOT görüntüleri kullanılmıştır. 1990-91 Körfez Savaşında, savaşla ilgili bilgi taşıyan SPOT görüntüleri ticari olarak pazarda satılmasına ambargo konmuştır. Ancak SPOT görüntüleri savaşta aynı taraftaki dost ülkelerle paylaşılmıştır. Bu görüntüler hem planlama hem de savaş sonrası durum tespiti yapmada kullanılmıştır. Fransa SPOT uyduları ile yer gözlem uydusu geliştirme konusunda yetkinlik kazanmıştır. İspanya ve Almanya’nında katılımı ile Fransa bir de Helios adında 1-m çözünürlükte askeri uydu geliştirmiştir.[21]






[1] Benoit Godin, “Technological Gaps: Quantitative Evidence and Qualitative Arguments,”
Canadian Science and Innovation Indicators Consortium, Working Paper No. 23, s. 13- 17.   
[2] Benoit Godin, “Technological Gaps: Quantitative Evidence and Qualitative Arguments,”
Canadian Science and Innovation Indicators Consortium, Working Paper No. 23, s. 3-4.
[3] İbid. s. 20.
[4] Lorenza Sebesta, “U.S.-European Relations and the Decision to Build Ariane, the European Launch Vehicle,” Butrica, Andrew J. der., Beyond the Ionosphere: The Development of Satellite Communications, (Washington, D.C.: NASA, SP-4217, 1997), s. Bölüm 11.
[5] İbid.
[6] İbid.
[7] Homer E. Newell, Beyond the Atmosphere: Early Years of Science, (Washington D.C.: NASA, SP-4211, 2004), s. 315-318.
[8] Stephen B. Johnson, The Secret of Apollo: Systems Management in American and European Space Programs, s. 160-178.
[9] İbid.
[10] İbid.
[11] Sebesta.
[12] Sebesta.
[13] İbid.
[14] İbid.
[15] Rosalind Lewis, Michael Kennedy, Elham Ghashghai ve Gordon Bitko, Building a Multinational Global Navigation Satellite System An Initial Look, (Santa Monica, Califf.: RAND, MG-284-AF, 2005), s. xiii-xviii.
[16] Edelgard Bulmahn, Federal Minister of Education and Research, Germany, “Europe’s Ambitions in Space,” Center for International Science and Technology, George Washington University’de yapılan konuşma, 6 Şubat 2001.
[17] Lewis ve arkadaşları.
[18] “Final Bids are in to Run Galileo’s Navigation System,” Space News, 1 Şubat 2005.
[19] “Funding for GMES Likely To Be Far Less Than Expected,” Space News, 1 Mart 2005.
[20] Edelgard Bulmahn.
[21] Stephen B. Johnson, “Strategic Implications of Space.”

No comments:

Post a Comment