Teknoloji açığı tartışmaları. İkinci Dünya Savaşı geriye ekonomisi
çökmüş, askeri olarak zayıflamış bir Avrupa bırakmıştır. Bu ortamın içinde Avrupa
ülkeleri, savaş sonrasında Sovyetler’le daha etkin mücadele edebilmek ve
ekonomik olarak güçlenmek için, Amerika’nın da ekonomik ve politik desteği ile,
1958 yılında Ortak Pazarı kurmuşlardır. Bu arada Avrupa’da, Amerika ile
aralarında gittikçe büyüyen teknoloji açığı konusunda yoğun olarak bir takım
tartışmalar başlamıştır. Bu tartışmalarla ilişkili olarak o yıllarda, ekonomik
büyümeyi sağlayan en temel öğenin “bilim ve teknoloji” olduğu yönünde görüşler
yaygınlaşmıştır. Hatta bu görüş o zamanlar Hindistan tarafından da benimsenmiş
ve Hint uzay çalışmalarının temel felsefesini oluşturmuştur. 1960’larda
Amerika’nın insanlı uzay programı ve Apollo projesinin başlaması ile,
Avrupa’daki teknoloji açığı tartışmaları alevlenmiş ve Avrupa panik içinde “teknoloji
açığı” problemini tanımlamaya ve bu soruna çözüm bulmaya çalışmıştır.
Avrupa’da bu konuda yapılan araştırmalarda
Amerika’nın savunma, uzay ve nükleer enerji alanlarındaki ArGe’ye yoğun yatırım
yaptığı görülmüştür. Fakat yapılan ArGe yatırım oranı milli hasılaya göre
kıyaslanınca araştırmalar- Avrupa’nın da fena bir durumda olmadığını tespit
etmiştir. Bu durum teknoloji açığının nedeninin sadece ArGe yatırım oranıyla
ilgili olmadığını, bunun yanısıra başka etkenlerin de var olduğunu ortaya
koymuştur. Diğer yandan yine yapılan araştırmalar, Amerika’nın ArGe
çalışmalarını bir şekilde pratik hayatta uygulamaları olan ürünlere
dönüştürmede oldukça ileri olduğunu; üniversitelerin ise temel bilimler değil,
daha çok uygulamalı olarak, ekonomik ve sosyal ihtiyaçları karşılamaya yönelik
eğitimlere önem verdiğini tespit etmiştir. Yapılan başka çalışmalar ise
teknoloji açığının, ülkenin ekonomik ve sosyal yapısının yaratıcı fikirleri
üretme ve bu fikirleri pratik hayata geçirebilme yeteneği ile ilişkili olduğunu
ileri sürmüştür.[1]
Tartışmalar büyüdükçe ve
derinleştikçe “teknoloji açığının” aslında gerçek bir ilüzyon olduğunu ve başka
sorunların bir sonucu olarak ortaya çıktığını göstermiştir. Gerçekte problemin teknik
bir meseleden çok sosyal bir sorun olduğu belirtilmiş; bilişimsel
(cognitive-akılsal), politik, ekonomik ve sosyal öğeleri de içeren teknoloji
yönetimi yöntemlerinin doğru uygulanmamasının
teknoloji açığını yarattığı ileri sürülmüştür.[2]
Amerika’da pek çok akademisyen ve yönetici de problemin teknoloji açığı değil,
“yönetim metodları açığı” olduğunu dile getirmiştir. Tüm bu tartışmaların
neticesinde varılan sonuç, temel olarak teknoloji açığının bir yanılsama
olduğu, buna karşın problemin doğru tanımının
“yaklaşım açığı” olması gerektiğidir.[3]
Tüm bu tespitlerin ardından
Avrupa, uzay ve havacılık gibi ileri teknoloji alanlarında işletme becerileri
kazanmak, proje yönetimi ve sistem mühendisliği gibi ileri teknoloji geliştirme
yöntemlerini öğrenmek için uluslararası işbirliklerine başlamıştır. Bu nedenle
Avrupa uzay alanında Amerika ile birlikte pek çok önemli projeler yaparak bu
yönetim metodlarını transfer etmeye çalışmıştır. Olayın bu boyutunu bilmek,
Avrupa’nın ekonomik ve bilimsel getirisi tam olarak belli olmayan büyük uzay
projelerine (ör. Spacelab gibi) neden
bu kadar yatırım yaptığını anlamak için gereklidir.
Avrupa Uzay Araştırmaları Kurumu
(European Space Research Organization [ESRO]): Avrupa’lı bilimadamları,
Avrupa ülkelerinin 1958 yılında Roma Antlaşması ile oluşturdukları Ortak Pazar
işbirliğini model alarak, benzer yapıda ancak misyonu bilimsel uzay çalışmaları
olan bir birlik kurmaya karar vermişlerdir. Böylece 1962 yılında ESRO’yu kurmuşlardır.
ESRO’nun kuruluş yasası kurumun sadece bilimsel uzay çalışmaları yürüteceğini,
bunun dışında başka faaliyetlerde bulunmayacağını tanımlamıştır. Kuruluş
yasasını bu şekilde hazırlamalarının en önemli nedeni bilimadamlarının, ESRO’yu
oluşturan ülkelerin, politik baskılarından uzak kalarak sadece bilim yapmak
istemesidir.[4]
Ancak daha sonra görüleceği üzere, uzay gibi stratejik alanlarda politikadan
etkilenmemek pek de mümkün değildir.
1960’ların başlarından itibaren
NASA ve ESRO arasında uzay işbirlikleri başlamıştır. Amerika’nın bu işbirliği
içinde yer almasının önemli nedenlerinden birisi, Avrupa ile arasındaki
teknoloji açığını kapatmaya yardım ederek Avrupa’yı biraz olsun rahatlatmaktır.
Amerika’nın bu işten çıkarı ise kendisine güçlü bir dost yaratmak ve böylece
SSCB ve komünizme karşı daha kolay mücadele edebilmektir. Zaten Amerika’nın
Avrupa’nın ortak bir birliğe gitmesini teşvik etmesinin nedeni de budur. Bu
işbirliği kapsamında NASA, ESRO’ya bedava fırlatma ve bilimsel faydalı yükleri
için de uydularında boş yer önermiştir. Ancak bu öneriler Avrupa’ya önemli
ekonomik ve politik katkılar sağlamayacak şekilde, sadece bilimsel çalışmalarla
sınırlanmıştır. ESRO, NASA ile birlikte çeşitli çalışmalar yapmış ve buradan
teknoloji ve “teknoloji yönetimi metodları” transferleri yapmıştır.
Fakat 1960’ların ortasında,
haberleşme uydularının geliştirilmesi ve bunların yüksek ticari potansiyelinin
keşfedilmesi ile ESRO, Avrupa’lı politikacıların odağı haline gelmiştir. 1965
yılında NASA, ESRO’ya İleri İşbirliği Projesi (Advanced Cooperation Project)
adında bir proje önerisinde bulunmuştur. Buna göre Avrupa, Jüpiter ya da güneş
sistemini inceleyecek bir uydu geliştirecek; Amerika ise uyduyu fırlatacak,
izleyecek ve verilerini toplayacaktır. Ancak Avrupa’daki bazı politik çevreler bu
öneriyi şüphe ile karşılamış ve Amerika’nın, kendilerini bu tür bilimsel
çalışmalara yoğunlaştırarak, ticari potansiyeli yüksek haberleşme uydularından
uzaklaştırmaya çalıştığını düşünmüşlerdir. Bu düşüncelerin etkisiyle ESRO, bilimsel
bir kurum olduğu halde öneriyi kabul etmemiştir.[5]
Amerika ardından Batı Almanya’ya
Helios projesini önermiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, askeri teknoloji
geliştirmesi yasak olan Batı Almanya için bu teklif, ileri teknolojilere
erişmek için önemli bir fırsattır.[6] Teklifi
kabul eden Batı Almanya, Helios-1 ve Helios-2 uydularını geliştirmiştır.
Uydular 1974 ve 1975 yıllarında fırlatılmıştır. Almanya için bu projenin maliyeti
100 milyon ABD dolarıdır.[7]
Avrupa Roket Geliştirme
Organizasyonu (European Launcher Development Organization [ELDO]): ESRO’nun
yanısıra Avrupa, ELDO adında bir başka birlik daha kurmuştur. ELDO’nun
kuruluşunu sağlayan olaylar dizisi şöyle gelişmiştir:
Fransa Veronique roketi üzerinde
çalışmalarına ilk olarak 1949 yılında başlamıştır. 1956 yılında ise yerli
olarak nükleer silah geliştirme kararını almıştır. Bu kararla birlikte, nükleer
bombaları taşıyacak uzun menzilli füzeler geliştirmek için çalışmalarını da
hızlandırmıştır. Fransa uzay alanında da yetenekler geliştirmek ve bu alanda
Avrupa’da lider konuma gelmek için, uydu fırlatma sistemleri geliştirmeye karar
vermiştir. Böylece Diamant serisi uydu fırlatıcı roketleri geliştirmeye
başlamıştır. Bu aşamada Amerika’dan bir dönem teknik yardım da almıştır. Diğer
yandan 1950 yılında İngiltere nükleer bombaya sahip olmuştur. Aynı yıl Amerika
İngiltere’ye nükleer başlıkları taşıyacak uzun menzilli füzeler geliştirmesi
için yardım önerisinde bulunmuştur. Bu yardımla İngiltere, Blue Streak adındaki
sıvı yakıtlı roketi geliştirmeye başlamıştır. Ancak kısa süre sonra, sıvı
yakıtın ICBM’ler için hiç de uygun olmadığının farkedilmesi üzerine, İngiltere
Blue Streak çalışmalarını devam ettirecek motivasyonu yitirmiştir.[8]
Daha sonra 1960 yılında İngiltere,
Amerika’nın Thor katı yakıtlı füzeleri satma önerisi karşısında, Blue Streak
projesini iptal etmiştir. Ancak Blue Streak, üzerinde biraz daha çalışılırsa
aslında uydu fırlatmada kullanılabilecek bir sistemdir. Bu nedenle İngiltere yaptığı
yatırımın boşa gitmemesi için, Blue Streak’a devam etmek istemiştir. Fakat tek
başına değil! Çok pahalı olması nedeni ile bu işi diğer Avrupa ülkeleri ile
birlikte yapmak istemiş ve böylece Fransa’ya işbirliği teklifinde bulunmuştur.
Fransa ise, Amerika’nın kendisine uyguladığı teknoloji transferi ambargosu
nedeniyle temin edemediği teknolojileri, Amerikan teknolojisi içeren Blue
Streak yolu ile elde etmek ve daha ucuza bir uydu fırlatma sistemine sahip
olmak (diğer Avrupa ülkeleri ile birlikte) için, bu teklifi kabul etmiştir.
Amerika o dönem içinde Fransa’nın bir nükleer güç olarak yükselmesini istemediğinden
ambargo uygulamıştır. Fransa’nın öneriyi kabul etmesinden sonra diğer Avrupa
ülkelerine de teklif yapılmıştır. Savaş sonrasında askeri teknoloji
geliştirmesi yasak olan Batı Almanya ise Blue Streak projesi ile roket
teknolojilerine erişmek istemiş, bu nedenle teklife olumlu yaklaşmıştır. İtalya
projeye hiç bir şekilde katılmak
istememiş fakat İngiltere’nin diplomatik baskısıyla katılmaya zorlanmıştır.[9]
Diğer küçük Avrupa ülkelerinin de
katılımı ile, 1962 yılında ELDO
kurulmuştur. ELDO Blue Streak teknolojisinin üzerine ilaveler yaparak Europa
fırlatma sistemlerini geliştirmeyi hedeflemiştir. Europa-1 fırlatma aracının
birinci aşaması, Blue Streak, İngiltere; ikinci aşama Coralie, Fransa; üçüncü
aşama Astris ise Batı Almanya tarafından geliştirilmiştir. Fırlatma aracı
tarafından fırlatılacak araştırma uydusu ise İtalya tarafından
geliştirilmiştir. Belçika ve Hollanda da telemetry ve yer sistemlerini
geliştirmiştir. Ancak ELDO beklenenin aksine son derece başarısız bir kurum
olmuştur. Kuruluş yapısı ve proje yönetimine yaklaşımları göz önüne alındğında,
adete özellikle başarısız olmak için kurulmuş bir kurum gibidir. Öncelikle her
üye ülke proje üzerinde daha çok söz hakkına sahip olmak istediğinden, ELDO’ya
hiç bir zaman proje yönetiminin gerektirdiği gerçek otorite verilmemiştir.
Sürekli olarak spesifikasyonlar değişmiş, bu değişimler iletişim eksikliği
nedeni ile projenin diğer elemanlarına (diğer ülkelere) duyurulmamıştır.
Neticede iletişim zayıflığından kaynaklanan teknik sorunlar, asıl entegrasyon
sırasında ortaya çıkmıştır. Tüm bu sorunlar teknik zorluk ve yanlış yönetimle
birlikte, beklenmedik maliyet artışlarına neden olmuştur. Bunun üzerine bir de
arka arkaya gelen başarısız denemelerle, ELDO zayıflamaya başlamıştır.[10]
Amerika politik olarak ELDO‘yu
desteklemiştir. Amerika için ELDO’nun varlığı çok önemlidir. Nedeni ise başta
Fransa olmak üzere ELDO içinde yer alan ülkelerin ELDO kapsamında geliştirilen
roketlere yoğunlaşarak ulusal askeri roket sistemleri geliştirecek kaynaklarını
tüketmeleridir.[11]
Bu nedenle ELDO başarılı olmalıdır çünkü Avrupa ülkeleri böylece ELDO’ya
ayırdığı kaynaklarını ulusal askeri uzay sistemleri geliştirmeye
ayıramayacaktır. Aynı zamanda ELDO başarısız olmalıdır çünkü Avrupa, haberleşme
uydularını fırlatacak bir fırlatma sistemine sahip olmayarak, uydu sektöründe
ilerleyemeyecektir. Böylece çok karlı olan bu sektör sadece Amerika’nın
tekelinde olacaktır.
Bu yaklaşımla Amerika, politik ve
ekonomik çıkarlarını olumsuz etkilemeyecek şekilde, ELDO’ya teknoloji transferi
yapmıştır. Yapılan transferler arasında, teknik bilgi ve personel yardımı;
roketler için uçuş donanımları; Atlas, Thor ve Scout roketlerinın satışı yer
almaktadır.[12]
Symphonia
uydusu. Bu arada 1965 yılında, INTELSAT kurulmuştur. Şirketin yüzde
60’ı Amerikan uydu haberleşme şirketi Comsat’a, yüzde 30’u Avrupa ülkelerine,
kalanı ise diğer ülkelere aittir. INTELSAT’da alınan kararlarda oylama yatırım
oranlarına göre olduğundan dolayı INTELSAT Amerikan hegomanyası altındadır ve
ekonomik çıkarları gereği Avrupa bundan son derede rahatsız olmuştur.
INTELSAT’taki gelişmelere paralel
olarak, Fransa ve Almanya birlikte Symphonia
araştırma uydusunu geliştirmiştir. Temel amaçları uydu geliştirmede deneyim
kazanmak ve böylece ileride Avrupa’da ticari haberleşme uydu pazarı oluşmaya
başladığında, uydu pazarının önemli bir kısmını ele geçirmektir. Symphonia uydusunun fırlatma tarihi ise
1970 olarak belirlenmiştir.[13]
Ancak ELDO roket çalışmaları fiyasko ile sonuçlanınca, fırlatma için
Amerika’dan yardım istemişlerdir. Fakat Amerika Symphonia haberleşme uydusunu, sadece araştırma amaçlı kullanılması
koşulu ile fırlatacağını bildirmiştir. Bu yanıt Avrupa’da hem endişe yaratmış
hem de Avrupa’ya, ileride geliştireceği haberleşme uydularını Amerika’nın
fırlatacağının hiç bir garantisi olmadığını, göstermiştir. Konuyla ilgili
olarak Amerika’nın haberleşme uyduları alanındaki politikası (NSAM-338 direktifi), Amerikan
çıkarlarını olumsuz etkilemediği takdirde dost ülkelere yardım yapılmasını
öngörmektedir. Bu politika yabancı ülkelerin yerli haberleşme uyduları
geliştirmelerini desteklemediğinden,
NASA Symphonia uydusunu şartlı
fırlatmayı kabul etmiştir.
Symphonia Uydusu /Museum of Air and Space Paris, Le Bourget (France)
Bu olayın olduğu vakitlerde, ESRO
ve ELDO’da finsansal ve yönetimsel krizler başlamıştır. Amerika ise Avrupa’da
yaşanan bu uzay krizinin bir birlikteliğe dönüşüp, bir süper uzay gücünün kurulmasından endişe etmektedir.
Bu yeni güç ekonomik ve milli güvenlikle ilişkili olarak, Amerika ile uzay
alanında rekabet içine girebilir ve Amerikan çıkarlarını olumsuz etkileyebilir.[14]
Avrupa Uzay Ajansı (European
Space Agency [ESA]): Amerika endişesinde haklı çıkmış ve Avrupa bu
krizi büyük bir birlikteliğe dönüştürmüştür. 1975 yılında Avrupa, ESA’yı
kurmuştur. ESA, Fransa’nın liderliğinde Ariane roketi, Batı Almanya
liderliğinde ise Spacelab projesini
başlatmıştır. Batı Almanya için, Spacelab
projesinin temel amacı Amerika’dan sistem mühendisliği ve proje yönetimi
metodlarını transfer etmektir. Günümüzde Ariane, fırlatma pazarında çokça talep
gören güvenilir bir fırlatma sistemidir. Bunların yanısıra ESA, European Radar
Satellite serisi uyduları, Envisat
bilimsel uydusu, Galileo seyrüsefer uydu sistemi ISS için Colombus modülü
gibi çeşitli uzay projeleri yapmıştır. Bu projelerden bazıları hala devam etmektedir.
Bu arada Symphonia uydusu olayını analiz eden teknoloji tarihcileri,
Amerika’nın haberleşme uyduları politikası ile büyük bir hata yaptığını
belirtmektedir. Amerika’nın haberleşme uydusu sektörüne hakim olmak isteyerek
Avrupa’nın haberleşme uydusunu fırlatmaması, Avrupa’nın hem Ariane fırlatma
sistemini hem de haberleşme uyduları geliştirmesine yol açmıştır. Böylece
Avrupa her iki sektörde de Amerika’ya rakip olmuştur. Eğer Amerika Symphonia uydusunu fırlatsaydı, belki
haberleşme uydusu sektöründeki pazar payı küçülebilirdi ama en azından
Ariane’nı engelleyebilirdi. Bu nedenlerle Symphonia
uydusu olayı, uzay teknolojiler politikası açısından oldukça ilginç bir
örnektir.
ESA politikası. Ekonomik
ve politik olarak büyüme gösteren Avrupa, uzay alanında dünyada önemli
aktörlerden birisi olmayı hedeflemektedir. ESA bilindiği üzere AB’den bağımsız
bir kurumdur ve son yıllarda AB ile yakınlaşmaya başlamıştır. Organik olarak
ESA ile AB arasında hiç bir bağ yoktur. Oysaki uzay teknolojileri politik
sistemlerdir ve hiç bir uzay sektörü politikadan bağımsız değildir. Her ülkenin
uzay endüstrisinin, potikacılarının desteğine ihtiyacı vardır ve birlikte
işbirliği içinde olmaları gerekir. Bu ihtiyaçtan yola çıkarak Avrupa, 2001
Kasım ayında AB ve ESA arasındaki işbirliğini artırma kararını almıştır.
Böylece ESA, AB’nin politik hedeflerini gerçekleştirmesinde uzay alanında
üzerine düşen görevi yerine getirecektir.[15]
ESA’nın yeni hedefleri arasında
temel uzay teknolojilerinde ArGe çalışmalarını artırmak ve böylece yeni ürünler
geliştirmek; uydu teknolojileri alanında yeni pazarlar keşfetmek ve bu
alanlarda yeni yatırımlar yapmak; Avrupa’ya ekonomik girdi sağlamak ve toplumun
kamusal ihtiyaçlarını karşılamaya katkıda bulunmak yer almaktadır. Galileo ile Çevre
ve Güvenlik için Küresel Takip (Global Monitoring for Environment and Security [GMES]),
Avrupa’nın bu hedeflerini hayata geçiren önemli projelerdir.[16]
Bu bağlamda Galileo seyrüsefer uydu sisteminin temel amaçları yeni iş alanları
yaratmak, Avrupa firmalarının uzay pazarındaki payını artırmak ve bu alanda
Amerika’nın GPS sistemine teknolojik bağımlılıklarını azaltmaktır.[17] Sistemin
2008 ile 2011 yılı arası bir tarihte işletmeye başlaması beklenmektedir.[18] GMES’in
temel amacı ise Avrupa’yı “yer gözlemi” alanında dünya lideri yapmaktır.
Galileo ve GMES projeleri ile ESA’nın rolü de değişmeye başlamış; Avrupa
Komisyonu uzay projelerinin belirlenmesinde daha çok söz sahibi olmaya, ESA ise
teknoloji yöneticiliğine doğru kaymaya başlamıştır.[19]
Fransa ve Almanya gibi bazı ESA üye
ülkeleri de ulusal düzeyde uzay çalışmaları yürütmektedir. Almanya ESA
bünyesindeki çalışmalarının yanı sıra, ülke olarak Avrupa ve dünyada alanında
liderlik kazandıracak uzay çalışmaları yapmaya çalışmaktadır. Bunlar arasında
synthetic aparture radar teknolojileri, yeni nesil fırlatma sistemleri,
robotiks, teletıp ve uzay bilimleri yer almaktadır. Almanya’nın uzay
çalışmalarında uluslararası işbirlikleri çok önemli bir yer tutmaktadır.
Örneğin Almanya’nın, ESA’nın ISS için
geliştirdiğe Colombus modülüne katkısı
toplam proje maliyetinin yüzde 40’ıdır. Net olarak bilimsel ve teknolojik
olarak nasıl bir getiri getireceği bellli olmayan bu projeye, Almanya’nın bu
kadar bütçe ile destek vermesinin tek neden politiktir: Amerika ile yakın
ilişkiler kurmak.[20]
Diğer bir ESA üyesi Fransa da
kendi içinde ileri çalışmalar yapmıştır. 1986 yılında SPOT-1 uydusunu Ariane ile fırlatmıştır. SPOT görüntüleri bütün
dünyada kullanıcılar tarafından kullanılmıştır. Fransa sonraki yıllarda daha
yüksek çözünürlükte başka SPOT uyduları da fırlatmıştır. SPOT’un 10-m
çözünürlükteki pankromatik kamerası ile Libya’daki kimyasal silah üreten
tesislerin inşatı ve CSS2 Çin füzelerinin Suudi Arabistan’da konuşlandırıldığı
yerler tespit edilmiştir. NATO’nun Bosna’daki askeri operasyonları sırasında
SPOT görüntüleri kullanılmıştır. 1990-91 Körfez Savaşında, savaşla ilgili bilgi
taşıyan SPOT görüntüleri ticari olarak pazarda satılmasına ambargo konmuştır.
Ancak SPOT görüntüleri savaşta aynı taraftaki dost ülkelerle paylaşılmıştır. Bu
görüntüler hem planlama hem de savaş sonrası durum tespiti yapmada
kullanılmıştır. Fransa SPOT uyduları ile yer gözlem uydusu geliştirme konusunda
yetkinlik kazanmıştır. İspanya ve Almanya’nında katılımı ile Fransa bir de Helios adında 1-m çözünürlükte askeri
uydu geliştirmiştir.[21]
[1] Benoit Godin, “Technological Gaps: Quantitative
Evidence and Qualitative Arguments,”
Canadian
Science and Innovation Indicators Consortium, Working Paper No. 23, s. 13-
17.
[2] Benoit Godin, “Technological Gaps: Quantitative
Evidence and Qualitative Arguments,”
Canadian
Science and Innovation Indicators Consortium, Working Paper No. 23, s. 3-4.
[3] İbid. s. 20.
[4] Lorenza Sebesta, “U.S.-European Relations and the
Decision to Build Ariane, the European Launch Vehicle,” Butrica, Andrew J. der., Beyond the Ionosphere: The
Development of Satellite Communications, (Washington, D.C.: NASA, SP-4217, 1997), s. Bölüm 11.
[5] İbid.
[6] İbid.
[7]
Homer E. Newell, Beyond
the Atmosphere: Early Years of Science, (Washington D.C.: NASA, SP-4211,
2004), s. 315-318.
[8]
Stephen B. Johnson, The Secret of Apollo:
Systems Management in American and European Space Programs, s. 160-178.
[9]
İbid.
[10]
İbid.
[11] Sebesta.
[12] Sebesta.
[13] İbid.
[14] İbid.
[15] Rosalind Lewis, Michael Kennedy, Elham Ghashghai ve
Gordon Bitko, Building a Multinational
Global Navigation Satellite System An Initial Look, (Santa Monica, Califf.:
RAND, MG-284-AF, 2005), s. xiii-xviii.
[16]
Edelgard Bulmahn, Federal Minister of Education and Research, Germany,
“Europe’s Ambitions in Space,” Center for International Science and Technology,
George Washington University’de yapılan konuşma, 6 Şubat 2001.
[17] Lewis ve arkadaşları.
[18]
“Final Bids are in to Run Galileo’s Navigation System,” Space News, 1 Şubat 2005.
[19]
“Funding for GMES Likely To Be Far Less
Than Expected,” Space News, 1 Mart
2005.
[20]
Edelgard Bulmahn.
[21]
Stephen B. Johnson, “Strategic Implications of Space.”
No comments:
Post a Comment